TEFSİRLİ KUR’ÂN MEALİ

     İlk baskısı 1989 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun incelemesinden geçerek onaylanan bu Kur'ân-ı Kerîm mealinin oluşturulması sürecini ve hassasiyetleri, mealin müellifi Prof. Dr. Hasan Tahsin Feyizli'nin cümleleriyle bilginize sunuyoruz.

 

Kur’ân-ı Kerîm, Rabbimiz yüce Allah’ın bütün insanlara gönderdiği cihanşümûl, son ve en mükemmel talimat ve tebligâtıdır. Onu insanların, özellikle inananların dilinden kalbine aksedip hayatına hâkim olması için indirmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm küfür, şirk ve tâğût gibi Allah’ın varlığını ve hâkimiyetini inkâra ve talimatlarını terke yönelik her türlü düşünce ve hareketleri gündemden kaldırıp onun yerine insanları yalnız yüce Allah’a kul yapmak ve yalnız O’nun emirlerine uymak gayesiyle, okunması, anlaşılması, anlatılması ve gereğinin yapılması için indirilmiştir.

Çünkü Rabbimiz’in; “Andolsun ki biz her ümmete, ‘Allah’a kulluk edin ve (vahye dayanmayan ve hevâsına göre davranan) tâğûttan kaçının’ diye tebliğde bulunan bir peygamber gönderdik!..” (16/36) buyruğu, bütün çağlara damgasını vuracak şekilde önümüzdedir.

Allah’ı tanımak, Kur’ân’ı tanımakla; Kur’ân’ı tanımak ise lafzını okumak, ilke ve esaslarını hayata geçirmekle olur.

“Allah var” deyip de yokmuş gibi yaşamanın, Kur’ân’a inandığını söyleyip de Kur’ân’sız bir yaşantının doğuracağı tehlikeden kendimizi ve neslimizi korumak mecburiyetindeyiz.

Tarihte müslümanların temiz, parlak ve örnek devirleri, Kur’ân’a sadece sözle değil, kalpleriyle bağlanmaları ve öylece yaşamalarıyla mümkün olmuştur. Çünkü Kur’ân’da Allah’ı, kendisinin bildirdiği şekilde bilmenin ve O’na kulluğun öğretisi var, ahlâk var, hürriyet esasları var, insanlar arası eşitlik ilkesi var, kral tanrıların değil, takvâlının üstünlüğü var, sosyal hayatta fert ve toplumun uyması gereken köklü kurallar var. Bunlar olmadan insanlık ve hatta “müslümanız” diye ortaya çıkanlar bile, nefislerinin/hevâlarının sürüklediği haksız davranışlardan, zulümden ve vahşetten kurtulamayacaklardır.

İslâm dünyasının bir türlü kendine gelememesinin asıl sebebi, Kur’ân’dan ve onun uygulaması olan Sünnet’ten gereği gibi faydalanmamasıdır. Midesi ağrıyan kimsenin ilaç içmesi gerekirken, derisinin üstüne merhem sürmesi gibidir. Bundan dolayı toplumlarda göze çarpan anarşi ve ahlâk erozyonunun hepsi Kur’ân kültür ve ahlâkından uzaklaşmanın, İslâm’ı kendi anlayışımıza göre yaşamamızın bir neticesidir. Ehl-i Kitâb’ın en önemli sapma nedeni kendilerine gelen ilâhî vahyi atmaları, onu görmezlikten gelmeleri, işlerine gelmeyen kısımlarını tahrif etmeleri/değiştirmeleri ve bozmaları olmuştur.

Bütün kitap ve dinleri içine alan, son ilâhî kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, sadece zihnimize hitap eden ve zihnen ilgi duymak ve inandığımızı söylemekle yetinmemiz gereken bir kitap değildir. O, bütün eylemlerimizde kendisine yönelmemiz ve yaşantımızda uygulamamız gereken bir kitaptır. Çünkü katılaşmış/taşlaşmış kalpler onunla yumuşar, çağlara açılan yol bu hakikat nûruyla aydınlanır.

Bunun için şimdiye kadar eksik olarak ve taklit yoluyla aldığımız/öğrendiğimiz atalar müslümanlığından, artık İslâm’ın öngördüğü Kur’ân ve Sünnet’in müslümanlığında devam etmek mecburiyetindeyiz. Kalplerin şifâsı ve toplumun arınıp temiz toplum olması için sahâbe misâli onar âyet şeklinde, azar azar da olsa ciddiyet ve samimiyet içinde Kur’ân’ı okumak ve gereğini yapmakla işe koyulmak gerekir.

Bunun için Kur’ân’ı rehber, Hz. Pey gam ber’i asıl önder ve örnek edinerek yola çıkan ve “Kur’ân kitabımdır.” diyerek hayatını onunla bütünleştirmek isteyenlerin teveccühü ve artan talebi sonucu Feyzü’l-Furkân adlı mealimizin ilk baskıları çok kısa bir sürede (Ankara 1989, 1991) bitti. İsteklere rağmen meali, yeniden ele alıp, Kur’ân’ın iniş gâyesine uygun açıklamalar ve mesajlarla, mevcut emsal meallerden farklı olarak, uzun bir çalışma neticesinde hazırlayıp yayımlamayı Rabbim tekrar nasip etti (İstanbul 2001).

Şimdiye kadar yapılan mealler de, elbette büyük bir emek mahsûlüdür. Fakat âcizâne İmam-Hatip liselerinde, Kur’ân başta olmak üzere, senelerdir tefsir derslerini okutmam ve bu ilimle de bir uygulayıcı olarak meşgul olmam dolayısıyla, şimdiye kadar başka mealler yazılmışsa da, bunların aşağıda işaret edilen kusurlarına düşmeksizin, ilim erbâbının, din görevlilerinin, dîne hizmet gâyesiyle yetişen her seviyedeki talebenin ve Kur’ân’ı doğru anlamak isteyen halkın ihtiyacına daha uygun ve kolay cevap veren ve inananları da şüpheye düşürmeyen bir meal hazırlamak istedim. Eseri hazırlarken klâsik bir mealden ziyade, genel anlamda dünya tarihini dikkate alarak çağların hastalıklarını, Firavunları/kral tanrıları ve olaylarını, tevhîdi, şirk ve çeşitlerini, müşriklerin söylemlerini ve her çağda bu mantıkta olanları, şeytanın Allah’a baş kaldırış söylem ve hareketinin taraftarlarınca paylaşılmasını, kâfir ve münafık tiplemelerini, Kur’ân ve Peygamber birlikteliğini, hukûkî ve sosyal meseleleri açıklayan bir meal hazırlanması hedefini düşünerek bu çalışmayı yaptım.

Önceki meallerin tespit edebildiğim bazı özellikleri şunlardır:

1) Bir kısım meallerde kısa da olsa hiçbir açıklama yapılmamış (çıplak meal), hatta bazısında lışılmamış bir dil, bazısında ağır ve kapalı bir üslûp kullanılmıştır. Böylece Allah’ın murâdını anlamak, büyük oranda güçleşmiştir. Bu sebeple birçok kimse okuduğu mealleri anlamamış veya şer’î ilimleri ve Hz. Peygamber’i devreden çıkarmış, ilimsiz Alim kesilmiştir.

2) Kimi çalışmalarda, açıklamaların çoğunun dipnot hâlinde oluşu araştırmacıların dışında istifadeyi azaltmıştır.

3) Bazı meallerde âyetler, kelime karşılığı olan mânalarından ziyade, esnek bir anlatım şeklinde tercüme edilmiştir.

4) Son zamanlarda yayımlanan bazı meallerde, teknik bakımdan uygun bir yol tutulmuşsa da, bir kısım âyetlere, bugün henüz kesinlik kazanmamış, hatta tenkit edilip ilmen çürütülmüş fikirlerle yorum getirilmiştir. Oysa bunu Allah’ın kudretiyle bağdaştırmak imkansızdır. Bu tür fikirlere, sınırlı sayıda kişiler çağdaşlık adına iltifat etse bile, yine de onlar Kur’ân’ın hükümlerinin bütününe (yanlış bilgilendirildiklerinin dışında) iltifat etmeyeceklerdir. Aynı zamanda bu yorum ve ifade şekilleri, inananları şüpheye düşürmekten başka bir işe yaramayacaktır.

5) Pek çok mealde ise çağın mânevî hastalıklarına ait açıklamalara yer verilmemiştir.

Bütün bunları göz önünde tutarak, çalışmamı aşağıdaki esaslar dâhilinde yürütmüş bulunuyorum:

1) Âyetlerde, kelimelerin âyet içindeki anlamına göre, Türkçe karşılığı verilmiş olup kelimenin ihtivâ ettiği diğer anlam parantez içine yazılmış, bunun için ayrıca lügatçe koymaya lüzum görülmemiştir.

2) Parantez içine yazılmış ifadeler hâriç tutularak okunduğunda âyet-i kerîmelerin, kelime kelime mealinin ortaya çıkması sağlanmaya çalışılmış, bununla birlikte, mealin hem parantez dışı hem de parantez içi kısımlarının birlikte okunmasının uygun olacağı fikri esas alınmıştır.

3) Böylelikle âyetlerin kelime anlamı lügate fazla ihtiyaç duymadan parantez dışından takip edilecek, parantez içlerindeki açıklamalarla da bir tefsire ihtiyaç duyulmadan, öz olarak anlaşılacaktır.

4) Âyetlerin tercümelerinin, gramer kâidelerine uygun olarak yapılmasına da dikkat edilmiştir. Yerine göre, zamirlerin mercîleri, tekil kelimelere ifade gereği olarak ilâve edilen çoğul ekleri ve bazı yardımcı kelimeler parantez içine yazılmıştır.

5) Âyetlerdeki mânanın açıklığa kavuşması için yer yer sebeb-i nüzûlüne (iniş sebebine), ihtivâ ettiği mesaja ve delâlet ettiği mânaya uygun gerekli fıkhî, itikâdî ve tarihî açıklamalar yapılmıştır. Her seviyedeki insan bunları rahatlıkla anlayacak ve anlatacaktır.

6) İki türlü mâna taşıma ihtimali bulunan ve müfessirlerin de, her iki mânaya delâletinden vazgeçmedikleri âyetlerde, kesinliğe daha yakın olan mânaya metinde yer verilmiş, diğerine ise dipnotta işaret edilmiştir.

7) Kıraat farklılıklarının mânaya tesirine yer yer işaret edilmiştir.

8) Bugünkü Tevrat ve İncil nüshalarındaki yanlış inanç şekilleri, ilgili âyetlerin dipnotunda gerekli görüldükçe belirtilmiştir. Bu hâliyle meal, kısa ve öz bir tefsir niteliği de taşımaktadır.

9) Âyetler arasında insicama dikkat edilmiştir.

10) Dil itibâriyle ağdalı, yapmacık ve kullanılmayan kelimelere yer verilmemiştir.

11) Kur’ân metninde olduğu gibi mealde de secde âyetlerine ve ayn duraklarına işaret edilmiş, böylelikle meal okumak isteyenler için secde yerlerini tespitte ve konu bütünlüğüne riâyette yardımcı olunmaya çalışılmıştır.

12) İmlâ ve noktalama açısından günümüz insanının rahat okuyabileceği bir yöntem benimsenmiş; halk arasında sık kullanılmakta olan Türkçe’ye mâl olmuş kelimelerdeki inceltme ve uzatmalar belirtilmemiştir.

13) Özellikle konuların bir bütün hâlinde anlaşılması ve Kur’ân’ın Kur’ân ile tefsiri açısından ilgili âyetler arasında atıflar yapılmış; iki âyet aynı konudan bahsediyorsa “bk.”, birbiriyle ilgili konularda ise “krş.” şeklinde gösterilmiştir.

14) Mealden daha fazla istifade edilmesini sağlamak üzere, değişik açılardan fihristler ve kapsamlı bir dizin hazırlanmıştır.

15) Sûrelerin ana konularını ihtivâ eden bir indeks ilâve edilmiştir.

Bununla birlikte yine de tam anlamıyla doğruya ve mükemmele ulaşmak insan gücünün üstündedir. Bu sebeple, göze çarpacak yanlışlıkların ilim erbâbı tarafından hâlisâne bir davranışla bildirilmesi halinde, onlara minnettar kalacağımı şimdiden ifade etmek isterim.

Bu uğurda riyâdan uzak bir şekilde, samimi bir niyet ve gayretle eserler ortaya koyan üstadlarımın ve ilim erbâbı kardeşlerimin çalışmalarının meşkûr, amellerinin makbul olmasını; mü’min kardeşlerimin bu ilâhî kaynaktan feyiz alıp gereğince amel etmelerini; bu sâyede Cenâb-ı Hakk’ın hepimizi rızasına kavuşturmasını niyâz ederim. Tahsilimde maddî ve mânevî desteklerini esirgemeyen anne ve babama, Kur’ân hâfızlığımda, tashîh-i hurûf tâlimimde (1947-1950), başta Arapça olmak üzere din ve fen ilimleri tahsilimde (1950-1963), kıraat-i aşere öğrenimimde (1968-1970) kendilerinden feyiz ve nasip aldığım üstadlarıma yüce Allah’tan rahmet ve mağfiret niyâz ederim.

• Prof. Dr. Hasan Tahsin Feyizli

Not: Bu mealin ilk baskısı Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun incelemesinden geçerek 08.11.1983 tarih ve 116 nolu kararı ile basım ve yayını uygun görülmüştür.